10 Aralık 2010 Cuma

Yaşlı Galetacı

Motor iskeleye yanaşırken, oturduğu yerden kalkıp sepetinin başına geçti yeniden. Bu sabah henüz beşinci motor olmuştu ama şimdiden yorulmuştu. Orucun etkisiydi kuşkusuz..Yaşlı bünyesi artık çok daha fazla etkileniyordu oruçtan. Üstelik havaların çok sıcak ve bunaltıcı olması da cabasıydı. Yaşlı karısı gitme demişti..En azından ramazan bitene kadar işe çıkma demişti ama o dinlememişti ve yine her sabah olduğu gibi Kabataş’taki iskelede yerini almıştı. Sepetini artık çok doldurmuyordu, yaşlı kolları da zaten her geçen gün daha güçsüzleşiyor, fazla taşımasını engelliyordu. Krakerler, galetalar , kurutulmuş ekmek vs ürünler satıyordu. Sabahları önce fırına uğruyor, sonrada iskeleye geliyordu. Öğleye kadar iskelede duruyor, sonrada öğle tatili sırasında ofislerin önüne gidip, orada devam ediyordu.
Emekli olduktan sonra bir süre evde oturmuştu. Emekli maaşını zar zor yetiştiriyorlardı. Neyseki kira ödemiyorlardı, emekli ikramiyesiyle başlarını sokabilecekleri küçük bir ev alabilmişlerdi. Ne zamanki yaşlı karısı hastalanmıştı, işte o zaman hastane ve ilaç masrafları ağır gelmeye başlamıştı. Ve yeniden çalışmak zorunda kalmıştı. Önce simit satmış, sonra pazarlarda limon satmıştı. Şimdi de elinde sepeti kraker, galeta satıyordu. Öncekilere göre bunun kazancı biraz daha iyiydi..Pazar pazar dolaşması da gerekmiyordu üstelik..Aslında evden de bu vesile ile dışarı çıkmaktan memnundu. Evde çok sıkılıyordu, karısının hastalığı sonrası daha da bunalmıştı.
Bugün işler kesattı, ilk galetasını beşinci motorda satabilmişti. Ramazan nedeniyle satışlar önemli ölçüde düşmüştü. Yol parasını bile neredeyse çıkarmıyordu kazancı.. Ama yapacak başka birşeyi de yoktu. Bazı günler onun için işe çıkmıyordu, zaten karısı da ramazanda gitmesini istemiyordu, hem hava sıcak hemde oruçlu olması nedeniyle başına bir iş gelmesinden korkuyordu. Ne yapalım bu ay biraz dişimizi sıkarız diyordu. Diş sıkmak, zaten bütün hayatları böyle geçmemiş miydi? Hep dişlerini sıkmışlardı.. Hiç rahat oldukları bir gün hatırlamıyordu aslında. Geçim sıkıntısı, parasızlık hiç yakalarını bırakmamıştı.. Kolay değildi elbette tutunmak hayata ama ilk günden itibaren hep birbirlerine destek olmaya çalışmışlardı. Karısı uyumlu ve idareli bir insandı, bir günden bir güne sıkıntılarını belli etmemişti kocasına. Hep mutlu olmaya çalışmışlar, ufacık şeylerden mutlu olmayı öğrenmişlerdi. Zaten hiç bir zaman kocaman hayalleri olmamıştı, azla yetinmeyi bilmişlerdi.
En büyük zevkleri sahile inip, yürümekti birlikte. Hatta birde haşlanmış mısır alıp paylaşırlardı. Karısı mısırların bir kısmını kuşlara atardı. İstanbul o zaman bu kadar kalabalık değildi ve çok keyifliydi. Daha doğrusu bugünlerini görünce aslında eski günlerin ne kadar keyifli olduğunu anlıyordu insan. Sahilde yürüyüş yapmayalı yıllar olmuştu..Hatırlamıyordu bile son yürüyüşleri ne zamandı diye..Ama her sabah işe çıktığında mutlaka aklına gelirdi o güzel günler.. Özellikle son dönemde eşinin hastalanması ve eve daha çok bağlanması ile aklına daha çok düşer olmuştu eski güzel günleri..
İkisi de yaşlanmıştı ama öyle ciddi hastalıkları olmamıştı bir kaç ay öncesine kadar..Eşinin hastalandığını öğrendiğinde yine tevekkülle karşılamışlardı. Yaşı nedeniyle ameliyat etmeyeceklerini öğrenmişlerdi doktorların. İlaçla, diyetle idare etmesi gerekliymiş.. Oysa maddi durumları farklı olsa doktorların bu şekilde davranmayacaklarından emindi. Ama eşine söylememişti bu düşüncelerini. Yorgundu o da ve takati yoktu artık mücadele etmek için.
Bir motor daha boşaldı ve insanlar koşar adımlarla geçtiler önünden. Kimse birşey almak istememişti. Yeniden köşedeki banka döndü. Bugün esinti vardı biraz ve hava çok boğucu değildi. Çok yorgun olduğunu hissetmişti birden. Yılların getirdiği koca koca yükleri taşıyan ruhu yorulmuştu, belki de bedeninden daha fazla yorulmuştu. Evlat acısını tatmıştı hiç beklemediği bir anda. Yanlış teşhis yüzünden kollarında canveren evladını toprağa verirken yaşlanıvermişti birden. Onunla gitmek istemişti ama sesi bile çıkmamıştı o gün. Arka arkaya annesi ve babası derken, evladı sırayı bozmuştu. Herşeyi tevekkülle karşılayan inancı, bunu da sükünetle karşılamasını sağlamıştı elbet ama ruhunda açılan yara hiç kapanmamıştı oysa. Hala ara ara kanardı. O sessizliğin, tepkisizliğin yüklediği yeni yükler gün geçtikçe ağırlaşmış, taşınmaz olmuştu. Ama inancı, tevekkülü hep kalın bir şal örtüsü gibi bu yüklerin üstünü örtmüştü. Onun için doğrusu buydu, aksini zaten hiç düşünmemişti. Herkese biçilen bir ömür vardı ve zamanı gelince bu ömürler sona ererdi. Her ne kadar böyle düşünsede, evladının bu kadar zamansız ve sırasız kaybını bu kadar kolay izah edemiyordu yüreği ve sızlıyordu ince ince. Şimdi de karısı hastaydı, yoksa o da mı sırayı bozacaktı, buna da dayanabilir miydi?
Yüzünü yalayan bir esinti ile doğruldu, boğazdan beyaz bir yelkenli geçiyordu nazlı nazlı. Tüm yelkenleri açıktı. Bir kuğu gibi görünüyordu lacivert sular içinde. Sonra birden bulanıklaştı sular, karardı yelkenler..Artık hiç yorgun hissetmiyordu..
Bakar mısınız, bakar mısınız? Bir paket galeta alacağım, pardon bakar mısınız?
06/09/2010

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder