10 Aralık 2010 Cuma

Ayrı Dünyalar

Uçak piste teker koyduğunda 3 saatlik yolculuk Atatürk Havalimanında sona ermişti. Şehre gitmek için sahil yoluna döndüğümüzde , havanın güzel olması ve günlerden Pazar olmasının etkisiyle bambaşka Türkiye resimleri karşımıza çıkıyordu...Aslında gerçek Türkiye resimleriydi bunlar, ve belkide böyle yoğun olması insanı önce sersemletse de, çarçabuk alışmasına da yardımcı olur sanırım..Empati yapıp kendinizi bir Almanın yerine koyup, bu resimler karşısında hissettiklerini bilmeye imkan yok tabii..Çünkü Almana gitmeden, kendim olarak da hissetiklerimi söylemek zor..
İnsanın bu kadar yabancılaşması kendi toplumuna karşı, yada kendi insanlarına karşı nasıl olabilir ki? Otobüsün camının önünden geçip giden o kitlelere bakarken, ortak yanımız ne, neleri paylaşıyoruz bu insanlarla, yada nasıl oluyorda aynı nüfus kağıdını taşıyoruz diye sorası geliyor insanın..O anda o cam kalın duvarlara dönüşüyordu o insanlarla bizi ayıran... Aslında yol kenarında, refüjlerde dumanaltında piknik yapan insanlar, yakantop oynayan türbanlı kızların çokluğu; ne kadar et sever bir halk ve en sevdiğimiz oyunun yakantop olduğunu düşündürmesi gerekirken, konu daha derinlere iniyor..Belkide bu kadar çarpıcı yapan bu görüntüleri, daha yeni Almanya dan yada başka bir Avrupa ülkesinden gelmeniz..Oradaki tüm kural, saygı, görgü, prensibe karşın; buradaki bu kadar kuralsızlık, görgüsüzlük, saygısızlık sizi çarpan..İnsanların orada nelerle uğraştıklarını görüp, hangi standartlarda yaşadıklarını izleyip, hatta yaşayıp, sonra da gelip buradaki muhatap olunan standartlara insanın isyan edesi gelmiyor mu? Çünkü konu salt para yada zenginlik değil..Arabanızın markası ne olursa olsun aynı yoldan gidip geliyorsunuz yada eviniz ne kadar lüks olursa olsun sonunda çıkıp aynı çamura basıyorsunuz..Kurtuluş yok..O halde neden bunlar?
İşte kültür, eğitim vs sıralamaya başlıyorsunuz..Ama sonuçta sayfanın altındaki toplamda koskocaman ayrı dünyalar çıkıveriyor karşınıza..Hiç lafı gevelemeye, çabalamaya gerek yok, bambaşka dünyalarda yaşıyoruz ve bu dünyaların birbirine yaklaşması daha doğrusu birleşmesi sözkonusu değil..Aslında Almanya’da bu durumu hemen gözlemlemek çok kolay..Açın TV kanallarını, peş peşe türk ve alman kanallarını izleyin..İşte bütün fark gözünüzün önünde duruyor..Siyahla beyaz kadar farklı...Dikkat edin o kötü, bu iyi demeden öncelikle farklılıktan sözediyorum..Yoksa hoşunuza gidiyorsa oturun yol kenarında mangal yapın dumanaltında..Bir itiraz yok..Ama sonuçta o insanların eriştikleri standartlar belirliyor , kıyaslamayı ona göre yapıyorsunuz..Ve aslında doğruda yanlışda kendiliğinden ortaya çıkıveriyor..
Örnekleri uzatmak, hemen günlük hayatta yaşanılan farklılıkları çoğaltmak mümkün elbette..Ama asıl çözümleri konuşmak, bu farkların nasıl kapatılabileceğini düşünmek gerekiyor..İşte asıl zorluk burada başlıyor çünkü bunları konuşabilmek için aslında tüm bu ulaşılan gelişmişlik dediğimiz standartların talep edilmesi gerekiyor..Eğer böyle bir talebiniz yoksa doğal olarak bunları çözümlemek de mümkün olamıyor..İşte tam da söylemek istediğim bu. Bizim böyle bir talebimiz bulunmuyor..Böyle bir ihtiyaç hissetmiyoruz..Hissetmediğimiz bir şeyi talep etmiyoruz ve bize verilenle yetiniyoruz..O nedenle kimse şehrinde daha sağlıklı bir ulaşım için metro talep etmiyor ve metrobüsle yetiniyor, yada çevresinde bir heykelin eksikliğini hissetmiyor, yada bir konser salonunun yokluğunu sorgulamıyor ve “aile yaşam merkezi” yada “hanımlar lokali” ile yetiniyor..işte tam da burada yukarıda bahsettiğim bu insanlarla ortak yanlarımız nelerdir? Sorusunun cevabı geliyor..Bu yoklukları sorgulayanlar  yada talep edenlerle , sormayanlar ve etmeyenler..
03/05/2010

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder