10 Aralık 2010 Cuma

Güneş

Yağmur müthiş bir sessizlikle usul usul yağıyordu. Geceden başlamış, durmadan yağmaya devam ediyordu. Çay bahçesinin tentesinin kenarlarından süzülen damlalar ardı ardına boş sandalyelerin üzerine damlıyorlardı. Her yer ıslaktı ama hava soğuk değildi. Neredeyse çay bahçesi açılır açılmaz gelip oturmuştu. Herkes hızlı adımlarla işlerine, ofislerine gitmeye çalışıyordu. Çay bahçesi bomboştu. Normalde o saatlerde işe gitmeden önce oturup birşeyler yiyen, çay içen ve gazetelerini okuyanlar olurdu ama o sabah yağmurdan olsa gerek, kimsecikler yoktu ondan başka. Sabahtan beri öylece oturuyordu ama bir kaç hafta öncesine kadar o da bu saatlerde işine yetişmeye çalışır olurdu.  Alışkanlık olsa gerek, hala çok erken kalkıyor ve işe gider gibi evden çıkıyordu. Genellikle bu çay bahçesine gelip, çay içiyor birşeyler yiyordu sabahları. 3 hafta kadar olmuştu işini kaybedeli.  Çalıştığı banka başka bir banka ile birleşiyordu ve beklenen olmuştu işte. Yaklaşık bir senedir devam ediyordu bu durum ve herkes tedirgin olmuş beklemeye başlamıştı.  Nitekim aylardan sonra durum netleşmiş bir kısım insan işinden olmuştu.
Zor bir durumdu. Sabah erkenden kalkıp ve bir yere yetişmeye çalışmamak garip geliyordu. Üstelik o saatlerde evde ne yapılır, zaman nasıl geçer onu da bilmiyordu.  Alışık değildi. Siteden bir bir insanlar hızlı adımlarla çıkıyor, çocuklar servislerine biniyorlardı. Ama onun bir şey yapması gerekmiyordu. Hala suçluluk duyuyordu, sanki gitmesi gerekiyormuş da gitmiyormuş gibi. Garip bir durumdu kısacası. Alışamamıştı ama zaten alışmakda istemiyordu  bu duruma. Sanki zamansız bir izine ayrılmış gibi geliyordu.  Yada hergün sanki pazarmış gibi .
Boşalan çay bardağını alan çaycıya yeni bir çay daha söyledi.  Uzaktan çalıştığı ofis görünüyordu.  İşe başladığı ılık bahar gününü hatırladı. Ne kadar çabuk geçmişti dört yıl. İkinci bankasıydı ve heyecanla başlamıştı çalışmaya. Oysa şimdi gelinen nokta ne kadar farklıydı. Bu durumu tahmin edebilmek, planlayabilmek mümkün değildi elbette. Yoksa değiştirir miydi işini? Daha iyi bir kariyer, daha iyi maddi imkanlar vaatedilmişti. Şimdi bambaşka bir noktaya gelmişti oysa. Profesyonel hayat denilen şey bu muydu gerçekten?
Kıyıya vuran büyükçe bir dalgayla irkildi. İskeleye yanaşan deniz otobüsü çok yakından geçmiş ve büyük büyük dalgalar yapmıştı. Dalgalar olanca güçleri ile kıyıya vuruyor, sanki yıkmaya çalışıyorlardı beton blokları.  Koca beton bloklar aciz kalıyorlardı güçlü dalgalar karşısında. İşte içinde bulunduğu durumu açıklayan kelime buydu. Aciz hissediyordu, bitmiş, tükenmiş.  Ne kadar hazırlıksızmış meğer böyle bir duruma. Birdenbire açıkta kalıvermişti işte. Halbuki neredeyse biryıldır bu konular hep konuşuluyordu. Ama işte insan hiç kendi başına geleceğini  düşünemiyor, konduramıyor bu kötü durumları.  O nedenle de hazırlayamıyor kendini ve her seferinde hazırlıksız yakalanıyor.
Havaya doğru baktı, yağmur şiddetini artırmıştı. Tentenin kenarından damlalar hızla aşağı akıyorlardı. Hepsi  tentenin altına kaçışmışlardı. Bütün bölümlerin birer tentesi vardı, aslında güneşten korunmak için yapılmışlardı ama birdenbire bastıran yağmur karşısında herkes şaşkın, tentelerin altına kaçışmışlardı.  Günlerdir hazırlandıkları ve heyecanla bekledikleri mezuniyet töreni biranda berbat olmuştu. ODTÜ’nün stadyumundaki töreni izlemeye gelen tüm davetliler de sırılsıklam kalmışlardı bir anda. Kimse ne yapacağını bilememişti. Tören devam edecek miydi belli değildi. Ama kimseninde ayrılmaya niyeti yoktu aslında. Yıllardır çalıştıkları diplomayı almadan kimse gitmek istemiyordu. Üstelik onun için daha da önemliydi bu tören, ne de olsa dereceye girmiş okul üçüncüsü olmuştu. Tamda sıra dereceye girenlerin diplomalarının verilmesine gelmişti  ve birden bire yağmur boşalmıştı. Ankara’nın meşhur yaz yağmurlarından biriydi ama uzun süredir bu kadar şiddetlisi olmamıştı. Çok üzgündü, müthiş morali bozulmuştu. Ama yapacak birşey yoktu işte, doğa karşısında her zaman çaresizlerdi, acizlerdi.
Güçlü bir dalga daha patlamıştı sahilde. Metrelerce yukarı sular fışkırmıştı. Vapurların sabah hareketliliği azalmıştı. Yağmur hala aynı sessizlikte yağmaya devam ediyordu.  Bir çay daha bırakmıştı çaycı masaya.
Hepsinin canı sıkılmıştı bu yağmura. Protokol tentesinin altındakiler de iyice birbirine sokulmuşlardı.  Kimse ne yapacağını bilememişti. En doğru hareket iptal edilmesiydi törenin ama yağmurun şiddeti ile kimse yerinden kıpırdayamıyordu bile.  Cüppeler ıslanmış, kızların özenle yaptırdıkları saçları bozulmuştu.  Herkes mutsuz mutsuz birbirine bakıyordu.  En çokda o üzülmüştü, herkesin önünde ödül ve diplomasını almak çok heyecanlandırmıştı oysaki onu. Artık törenin iptal edilmesi an meselesiydi.  Rektör kürsüye doğru ilerlerken, aniden güneş bulutların ardından yüzünü gösterivermişti. Yağmur yağıyor ama bir yandan da güneş hızla parlıyordu. Rektör durdu ve tekrar havaya baktı.. Evet evet hava açıyordu, devam edilebilirdi. O an tentelerin altı bayram yerine dönmüştü. Hatta fırlatılmak için tören sonunu bekleyen kepler daha fazla beklemeden havayla buluşmuştu bile.  Kendi adının anons edildiğini duydu birden, ödülünü almak üzere sahneye çağrılıyordu. Kepini fırlatmıştı o da, kepsiz olarak koştu sahneye doğru. Arkadaşları çılgınca alkışlıyorlardı, bir an annesini gördü seyirciler arasında, sırılsıklamdı ama gülüyordu, el sallıyordu ona..
Çaycı boş bardağı alıp çekilince, birden etrafın daha aydınlık olduğunu hissetti. Havaya doğru kaldırdı başını ve güneşi gördü bulutların ardında.. Işıl ışıldı.. Yağmur dinmişti.. İçi ısınıverdi, denizin rengi artık maviydi.. Dalgalar sakin sakin kıyıya vuruyorlardı.  Çevresine bakındı, çok daha iyi hissediyordu şimdi..

10/12/2010

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder